Son olarak 'Asi' dizisinde izlediğimiz Tuba Büyüküstün, ilk sinema
filmi 'Sevdaya Durmak'ta 1800'lerde aşkı din farkı engeline takılan Karadeniz
kızını oynuyor. Filmin 'doğal
çekim ortamı' Çamlıhemşin'de konuştuk... BAHAR ÇUHADARRİZE - 1970’ler Türkiye’sine
bir aşk hikâyesi ekseninde bakan ‘Çemberimde Gül Oya’ dizisinde konağın güzel,
masum duruşlu kızı Zarife’ydi. ‘Ihlamurlar Altında’nın Filiz’ine geldiğinde
sıra, ismi çoktan akıllara kazınmıştı. Dizi Arap ülkelerine ihraç edilince bir
anda o coğrafyanın en aranılan kadın oyuncularından biri oldu. Sonra diğer iki
dizi gibi bir Tomris Giritlioğlu projesi olan ‘Asi’nin başrolüne oturdu.
Şimdilerde Yusuf Kurçenli’nin Çamlıhemşin’de çektiği sinema filmi ‘Sevdaya
Durmak’ta, 1800’lerde, aşkı din farkı engeline takılan bir Karadeniz kızı olarak
rol kesiyor. Mimarbir
katalog çekimiyle dikkatleri çeken Tuba Büyüküstün, bu sezon ‘My Fair Lady’
uyarlaması ‘Benim Güzel Meleğim’ dizisinin Çingene kızı olarak ekrana da
gelecek. Öncesinde Çamlıhemşin’deki sette, bizi Bahar Korçan imzalı kostümleri
içinde karşıladı...
Sinan Üniversitesi Sahne Dekorları ve Kostüm Tasarımı bölümünde okurken, okulda
gerçekleşen
‘Sevdaya Durmak’ ilk sinema filminiz,
hikâyenin ve Esma’nın sizi çeken yanı ne oldu? Çok naif bir
senaryo, olduğu gibi, süsten uzak... Hikâyede bazı şeyler o döneme ait ama bu
problemler şimdi de var. Din her dönemde çok
önemli,
insanların hayatını yönlendiren bir unsur. Bir yandan kendimizle de çelişiyoruz
aslında, bu kadar önemli bir şey aşka engel de olabiliyor.
O iki
din arası durum size ne hissettirdi?Esma’nın sevgilisinin
Hıristiyan olduğundan finale
yakın haberi oluyor. Onun için bu sorun değil zaten. Birdenbire engellerle karşılaşıp
kendi yolunu seçiyor, başkalarının istediği gibi yaşamayı reddediyor. Sanırım
ben de öyle davranırdım.
Üç haftadır Çamlıhemşin’desiniz, ‘Asi’
için uzun süre Antakya’da çiftlikte yaşadınız. Doğanın ortasında kalmak nasıl
etkiliyor? İstanbul’a
dönünce birdenbire insanlar, dükkânlar, hareket... Hakikaten bir ürkme hissi
geliyor başta, adım atamıyorsunuz, arada kalıyorsunuz. Ama artık yavaş yavaş
alışıyorum.
Daha önce Doğu Karadeniz’e geldiniz
mi?Gelmemiştim ama çok istiyordum. ‘Doğa doğurgandır’ diyoruz ya,
ya da ‘tabiat ana’; neden öyle dendiğini anladım hakikaten. Kafanızı
çevirdiğiniz her yerden su akıyor. Mucize gibi.
Karadenizlilerle
nasıl aranız?O ilişki buraya gelmeden başladı. İstanbul’da horon,
şive dersleri almaya başladık. İnsanlarla tanıştık, vakit geçirdik, sohbet
ettik, horon geceleri düzenlendi. Filme başlamamız daha kolay
oldu.
Bu sene ‘My Fair Lady’nin dizi versiyonunu çekeceksiniz.
Orijinalini izlemiş miydiniz?Tabii ki. Audrey Hepburn’ü çok
beğenirim, her filmini seyrettim, favorim ‘Tiffany’de Kahvaltı’. Aslında çok
bildik bir hikâye. Biz Çingene yapıyoruz karakteri, şimdi onları araştırmaya
başladım. Ta Ortaçağ’dan, Bizans’tan anlamaya çalışıyorum, deli gibi
Çingenelerin köküne iniyorum şu ara.
Bütün karakterlerinize
benzer çalışmalar yapar mısınız? Normalde çok fazla teorik çalışma
yapmam, daha çok içgüdüsel gelişiyor bende. Antakya’ya gittiğimde ilk yaptığım
şey toprağa elimi sürmek oldu; kokladım, avucumda ezdim, mısırları kopardım
Asi’yi anlamak için...
Adınızı hep Arap ülkelerinin yoğun
ilgisiyle duyuyoruz. Niye sevdiler sizi? Sadece fiziksel değil.
Galiba ilgilerini en çok doğallığım çekti. Makyajsız olabilecekse yapmıyorum
gerçekten, çok az, kameranın yadırgamayacağı kadar
yapıyorum.
Hangi ülkelere gittiniz?Dubai ve
Bahreyn’e. ‘Ihlamurlar Altında’ Dubai’de başladığında, burada bitmişti. Kadınlar
alışveriş merkezinde başörtüyü çıkarıp saçını gösteriyordu, “Bak, senin gibi kestirdim”
diye. Çok şaşırdım. Dizinin burada bittiğini bilmediği için de “Senin saçın niye
öyle değil?” diyorlardı.
Okumayı, tarihi çalışmaları sevdiğiniz
anlaşılıyor. Elinizde neler var şu ara?Şu an Boleyn serisinden
gidiyorum, onlara takıldım. Aynı anda Mayaları ve Çingeneleri okuyorum.